10 Kasım'ın Ardından

10 kasım günü çoğumuz sosyal ağlarda fotoğraflarımızı değiştirdik, 8'i yan yatırarak sonsuz sembolüne çevirdik. Yine çoğumuz acıklı bir siren sesiyle anarak, özleyerek hareketsiz  bir şekilde durduk. Bir kısmımız için ise tamamen sıradan bir gündü.

Özlemle anıyoruz! Saygıyla anıyoruz! Anıyoruz ama hiç anlıyor muyuz? Ekibiyle birlikte neler yapmıştı? Neler yapmayı hedeflemişti? Bütün bunları geçsek, birbirimizi anlıyor muyuz? Okuduğumuzu anlıyor muyuz?  Okuyor muyuz? 

Farkında mısınız bilmiyorum ama bir kaç senedir ulusal basında birçok kanalda Latin harflerine geçilmesinin ülkede bir "Halkın bir gecede cahil edildiği" doğrultusunda bir belgesel dönüyor ve dilden dile dolaşılıyor. 

Latin alfabesi kabulünden önce, tabi memlekette her şey güllük gülistanlık, düşman işgali felan yok, ekonomimiz tavan yapmış durumda ya! Bu rahatlık içerisinde okuma yazma oranı %99'larda!. Bununla birlikte halk, çılgınlar gibi fars-arap karışımı üretilen memleket edebiyatından da devamlı nasibini alıyor. Latin alfabesiyle halk bir gecede cahil edilmiş! Hadi oradan!


Örnekleri çoğaltabiliriz. Ancak Latin alfabesiyle yazmaya devam edelim. 

Mustafa Kemal Atatürk'ün ne matematik öğretmeniyle diyaloğu ne de kargaları kovalaması gerçekten bizi ilgilendirmiyor, tıpkı içki içmesi gibi. 
Ancak kafası ve fikir dünyası bizi yakından ilgilendiriyor. Okurdu. Fikirlerini ve dünya görüşünü oluşturan okuduklarından edindikleriydi. Şüphesiz gençliğe armağan ve emanet ettiği basma kalıp sözler, heykeller ve resimler değildi. Fikirlerin halkların kafasında oturması, çağa ayak uydurarak ve bu fikirleri güncelleyerek toplumun gelişmesi pek çok öğüdünün özüydü.

Anlayamadılar. Anlayamadık. Evet, "Mustafa Kemal'in Askerleriyiz!" diye haykıranlar da esas anlayamayanların içerisinde. İçi boş bir haykırış çoğu için. Ne bir vizyon ne de bir fikir patlaması içermeyen haykırışlar. Kim bilir belki de Cumhuriyet karşıtı fikirlerin büyümesi eyleme dönüşmesi de niteliksiz bir "Atatürkçülük" anlayışında yatıyordur.

"Atatürkçülük" anlayışının nasıl olup ta bir "kurtarıcı özlemi duymak" olarak algılanması konusunda bir fikrim var. Bu fikir, Atatürk'ün ülkemizde yıllar yılı eleştirilemez, sorgulanamaz bir kişi olarak dikte edilmesiydi. 

Emin olun yaşasaydı 8'i yan yatırarak kullandığınız sonsuz sembolünü cebirde, limit teoreminde kullanmanızı isterdi. Ne diyordu "Hayatta en hakiki mürşit, ilimdir." Keşke ilminizle anabilseydiniz.







Yorumlar

  1. Yorumuma başlamadan önce olası yanlış anlaşılmaları engellemek adına, Atatürk'ü, bulunduğumuz coğrafya ve bu coğrafyanın insanları için verdiği uğraşlar, kurduğu cumhuriyet, gerçekleştirdiği devrimler ile minnet duyulması gereken,ilerici bir önder olarak gördüğümü belirtmek isterim.

    Yazıdaki eleştirinizi anladığımı düşünüyorum, içerisinde bulunduğumuz sistem herhangi bir değeri sadece belirli tarihlerde hatırlanan bir kaç slogana indirgeyerek
    içini boşaltıyor. Elinde sloganlardan, tarihlerden, özlü bir kaç sözden başka bir materyali olmayan insanların yaptıkları ise statükoyu korumak adına, eleştiriyi,
    karşıt fikri, farklıyı anlamayarak bastırmak oluyor. (Ki bana göre günümüzdeki Kürt
    sorununun ve islamcı siyasetin bu kadar tutulmasının nedeni buna dayanıyor.)

    Sistemin zaten herhangi bir dünya görüşünü yozlaştırdığını kabul ederek bir soru yöneltmek istiyorum. Size göre, Atatürk'ün Kutuluş Savaşı'ndan, cumhuriyetin kurulmasına ve sonraki devrimleri dahil olmak üzere yaptığı değerli işler olmasaydı, ancak Mustafa Kemal bugün bildiğimiz ilkelerini bir kitap olarak yayımlasaydı, acaba Kemalizm bugünkü savunucularını, takipçilerini bulabilir miydi, bir Kemalizm var olur muydu ?

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Öncelikle yorumunuz için teşekkür ederim. Şunu belirtmeliyim ki, bu yazıya yer vermiş olmamım sebebi siyaset üstü bir durum olması. Sorunuzun cevabı kendi içinde saklı aslında. Yaşanılan devrimlerle halk pek çok özgürlüğe bu süreçte kavuşmamış olsaydı böyle bir kitap, teorisi mevcut fakat uygulamadan yoksun birkaç fikirden ibaret olurdu. Günümüzde hala çağdaş fakat ülkemiz koşulları için teoride kalan ya da uygulaması ütopik bulunan birçok fikir ya da diğer bir deyişle inkılap bulunmakta. Hatta ülkemizde gerçekleşmiş fakat dünyada birçok ülkede ütopik görülen fikirler de mevcut. Yani bu bir süreç, bazı ülkeler bu süreci çok hızlı geçirirken bazıları oldukça yavaş ve sancılı geçiriyor. Yazıda süreci yavaşlatan etkilerin belli bir kısımının aslında çağdaş fikirleri savunan tarafta kendini görüp üretkenlikten, dinlemekten ya da sizin deyiminizle ötekini anlamayarak dikte yaşayan toplum üyelerinden kaynaklandığını anlatmaya çalışıyorum. Sevgilerimle.

      Sil

Yorum Gönder